Şanslıyım ben. Evet su götürmez bir gerçek bu! Hem anadan hem babadan Hanya, Girit’liyim. Üstelik İzmir toprağında doğdum, Anadolu beni büyüttü. Sözünün eri, çalışkan has insanlar arasında, “güven” ortamında şekillendi zihnim. Anaerkil bir aile yapısı içinde, son nefesine kadar onuruyla çalışmış, kendi çocukları dışında sayısız çocuk okutmuş, bununla yetinmeyerek soyadımızı taşıyan Yaşayanlar İlkokulunu devlete bağışlamış, gururla andığımız bir babanın kızıyım.
İzmir-Hanya harmanı olmanın belki de en güzel tarafı, çekirdek ailemizde buram buram soluduğumuz “eşitlik” temelinde, insanlara “cinsiyet” ayırımı gütmeden yaklaşmak olduğunu düşünüyorum. Sadece cinsiyet ayırımı değil elbette, renk, dil, din, sosyal statüye göre de ayırmayız biz insanları. Çünkü kıvırcık saçlarımız Afrika’dandır, bir tarafımız Venedik’den Hanya’ya göçmüştür, başka bir kol Yeniçeri askeri olarak kendini Girit’de bulmuştur. Yaşlı bir balıkçıya saygıda kusur etmeyiz, çünkü onun çatlak ellerinde ganimet hikayeler sakladığını bilir, o yüzden öperiz o elleri. O, kendi alanında profesördür bizim için ve onu bir okuldaki profesörden ayrı tutmayız biz Giritliler. İnsan bu kadar karışınca, belki de anlayış genişliyor, saygı artıyor ve ötekileştirmiyor. Erkeklerimizin, kadınlara önce “insan” olarak yaklaşmasını, kişisel yolculuğum kapsamında ben bu şekilde algılıyorum. Anneannemin, tabanca, tüfek kullanmayı dedemden öğrenmesi, anneme hava boşluğu yaratmak için en azından pazar günleri babamın yemek yapması benim hayatımın gerçekleri. Öte yandan evin belkemiği, hem kadın hem erkek olunca, huzur ortamı; saygıyla, sevgiyle desteklenince insan bu sefer dış dünyayı anlamakta zorlanıyor zira güvenli akvaryum ve açık deniz arasında büyük farklar var. Belki de o yüzden çocukluğumdan beri büyüdüğüm sahilden ötede, başka kıyılarda eşitlikçi bir ortamda büyümemiş, manevi ateş çemberleri içinde yaşayan insanlar için ne yapabilirim diye çok düşünmüşümdür ve gel zaman git zaman dilim döndüğünce yaptığım 19 kitap çevirisinin yanısıra sevginin en güzel dışa vurumu, kutsal bir meslek olan öğretmenliği seçmem, bahsettiğim evveliyatla ilişkilidir muhtemelen. Öğretmenlik deneyimimde, öğrencilerimin çoğu yetişkin kadınlardan oluşuyordu. İzmir’e başka şehirlerden gelmiş, treni bir şekilde kaçırmış ve kendine ikinci bir şans vermek isteyen, daha birinci hafta bitmeden korkularını vestiyere bırakan, başarıyla hafızalarından silinen özgüveni söke söke geri alan yiğit kadınlardı onlar. Bana ve onlara sunulanları düşündükçe utanır, zaman zaman odama kapanıp avaz avaz ağlar, fakat sonraki derse daha hırslı başlardım. Öğrencilerim çok güzel bir artı kazanarak, daha iyi işler bulmaya başladıkça yaşadığım hazzın tarifi elbette çok keyifliydi. Hafızama kazınan en önemli anlardan biri; ödev yaptığı için ev işlerini aksatan 16 yaşında “evlendirilmiş”, 18 yaşında bir öğrencimin, şiddete maruz bırakarak kursa gelmesini yasaklayan eşini, bilginin yüceliğine ikna etmekti. Burada iki satırla ifade ettiğim son derece hassas olan bu olayın ardında, elbette çok sancılı ama sabır ve sevgiyle aşılması gerçekten mümkün anlar olduğunu tahmin etmeniz güç olmayacaktır.
Tam yol ileri, her daim coşkuyla biriktirdiklerimi paylaşırken günlerden bir gün İBB, Dış ilişkiler biriminde görevlendirildiğimi öğrendiğimde, son derece onurlandırılmış hissetmekle beraber, akvaryumun dışına çıkma endişesiyle karışan öğrencilerimin ıslak bakışları arasında, İzmir Saat Kulesi’nin yolunu tuttum. Artık, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı, Sayın Aziz Kocaoğlu’nun çevirmenlerinden biriydim. Arkamda, önümde, sağımda, solumda bir “adamım” yoktu, hedefim olmamasına rağmen bulunduğum noktaya tamamen işimi elimden geldiğince doğru yapmaya çalışarak, haksızlıklara karşı çıkarak, klişeleşmiş hata döngülerinin bir parçası olmayı reddederek hatta baltalayarak, aydınlıktan vazgeçmeyen savaşçı bir Giritli kız, Cumhuriyet insanı, onuru için yaşayan bir Türk olarak gelmiştim. Protokol çevirmenliğinin, hassas noktalar üzerine kurulu ciddiyetini elimden geldiğince yüklenmeye çalışarak başladım küreklere asılmaya. Makam görüşmeleri, yolculuklar, yeni sorumluluklar, heyecanlar derken bir gün hayat karşıma Dimitri’yi çıkardı ve saygıdeğer başkanım, Aziz Kocaoğlu bizi evlendirdi. Kısmetmiş ki dedelerimin gelip, geçtiği topraklara, köklerime, Hanya’ya bir aşk mübadili olarak geldim. Geldim gelmesine ama bu sefer kendimi sıfırdan ispatlamam gereken yeni bir ortamda ne üretebilirimi düşünmem gerekiyordu zira üretmemek tanıdığım bir durum değildi. Turizm ile geçinen Girit’de, herkesin birkaç dil bildiği bir yerde çevirmen olarak pek fazla seçeneğimin olmadığını biliyordum o yüzden hobi olmayı fazlasıyla geçen mutfakla olan ilişkimi öne çıkarmayı düşündüm. İyi de düşünmüşüm, şimdi iki tavernayla işbirliği halindeyim. Mart ayından Ekim’e kadar uzanan turizm sezonu boyunca villa kiralayan turistler için, anlaşmalı olduğum acenta aracılığıyla Şef olarak Osmanlı, Yunan, Girit, Girit’in unuttuğu İzmir’de yaşayan lezzetleri masaya taşıyorum. Hanya’da lezzet turları yapıyorum. Gastronomi sempozyumları, panellerinde biriktirdiklerimi paylaşıyorum. Bütün bunları yapmaya çalışırken en büyük destekçim elbette Dimitri. Hayatı kolaylaştırmak için elinden geleni ardına koymayan, kararlarıma karşı her zaman saygılı, bana hep ilk erkek modelimi babamı anımsatan Dimitri.
Dedim ya ben şanslıyım. Hasarsız değilim elbette, kimse hasarsız değildir bu hayatta ama savaşacak gücüm var ve o yüzden dimdik, istikrarla ayaktayım. Güzele dair ne varsa, dünyanın üzerine örtmek gibi bir niyetim var. Ne iş yaparsam yapayım, hedefim elimden gelenin en iyisini ortaya koymaya çalışmak. Azra Erhat’ın dediği gibi “önce insan olduğunu, iliklerine kadar hissetmek”.
FACEBOOK YORUMLAR